MUNZAM ZARAR, TEMERRÜT FAİZİ ve ANAYASA MAHKEMESİ’NİN KONUYA İLİŞKİN 8/7/2025 TARİHLİ KARARININ BİRLİKTE DEĞERLENDİRİLMESİ
Bilindiği üzere, Türk Borçlar Kanunu’nda borçlu temerrüdüne ilişkin hükümler düzenlenmiştir. Bu hükümlere göre; borçlu, edimini süresinde ifa etmekle yükümlüdür. Borcun zamanında ifa edilmemesi halinde ise borçlu temerrüdü hükümleri uygulanmaktadır. Borçlu temerrüdünün sonuçlarından biri olarak, alacaklı temerrüt faizi talep etme hakkına sahiptir.
Alacaklı, borçlunun temerrüde düşmesi halinde, temerrüt faizi talep edilebilir. Temerrüt faizinin talep edilebilmesi için borçlunun kusurlu olması veya alacaklının zarara uğraması şart değildir. Para borçlarında temerrüt halinde borçlu, gecikme tazminatı olarak temerrüt faizi ödemek yükümlülüğü altındadır. Diğer borçlarda borçlu, temerrüde düşmede kurusu bulunmadığını ispat ederek gecikme tazminatı ödemekten kurtulabilmekteyken, bu husus temerrüt faizi için geçerli değildir. Böylelikle, borçlu temerrüde düşmede kusuru bulunmasa da para borçları bakımından temerrüt faizi ödemekle yükümlüdür. Bu kapsamda, alacaklının temerrüt faizini talep etmesi için zararının bulunduğunu ispat etmesi kendisinden beklenmez. Zira temerrüt faizi, alacaklının kanunen var olarak kabul edildiği zararının tazmini için kanunun bizzat kabul ettiği bir götürü tazminat niteliği taşımaktadır. Alacaklı, temerrüt faizi talep etmedikçe, hakim kendiliğinden borçluyu temerrüt faizi ödemesi hakkında karar veremez veya icra takibi temerrüt faizini kapsayamaz. (Oğuzman-Öz, Borçlar Hukuku Cilt-1, Para Borçlarında Temerrüdün Sonuçları)
Temerrüt faizinin miktarı, faizin oranı ve faizin işleyeceği süreye göre düzenlenmektedir. Her halükarda temerrüt faizi, 4/12/1984 tarihli ve 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanun hükümleri çerçevesinde belirlenmektedir. Temerrüt faizinin düzenlenmesindeki asıl amaç, kanunun, alacaklıyı koruyarak yargılama süreci tamamlanıncaya dek para borçlarının, belirli oranlar dahilinde değer kaybına uğramadan korunmasını sağlamaktır.
Tüm bu değerlendirmeler noktasında, Munzam zarar ise temerrüt faizi ile karşılanamayan zararın tanzimi olarak kısaca tanımlanabilir. Bir başka deyişle, borçlu temerrüde düşmeden borcunu ödemiş olsaydı, alacaklının mal varlığının kazanacağı durum ile temerrüdün sonunda ortaya çıkan ve oluşan durum arasındaki farkın temerrüt faizi ile karşılanmayan, onu aşan bölüme tekabül eden zarardır. (Uygur, 2003;3427).
Faizi aşan zarar, yani munzam zarar, TBK madde 122’de düzenlenmiştir.
Madde 122- Alacaklı, temerrüt faizini aşan bir zarara uğramış olursa, borçlu kendisinin hiçbir kusuru bulunmadığını ispat etmedikçe, bu zararı da gidermekle yükümlüdür.
Munzam zararın oluşabilmesi için, birtakım koşulların oluşması gerekmektedir. Bu koşullar: para borcunda borçlunun temerrüdünün varlığı, borçlunun temerrüdü nedeniyle temerrüt faiziyle karşılanamayan alacaklının zararının mevcudiyeti, borçlunun temerrüde düşmede kusurlu olması ve son olarak; borçlunun temerrüdü ile alacaklının aşkın (munzam) zararı arasındaki illiyet bağının mevcudiyetidir. Munzam zararın oluşması için gerekli kriterler, Hukuk Genel Kurulunun 29/3/2022 tarihli ve E.2021/11-938, K.2022/401 sayılı kararının ilgili kısımlarında şu şekilde belirtilmiştir:
‘’ 20. Aşkın (munzam) zarar, para borcunun ifasında borçlunun kusuruyla temerrüde düşmesi nedeniyle alacaklı nezdinde ortaya çıkan zararın temerrüt faiziyle karşılanamaması hâlinde söz konusu olan bir zarar olup bu zarar, borçlunun temerrüdü ile borcun ödendiği tarih aralığındaki dönemi kapsamaktadır. Bu anlamda aşkın (munzam) zarar, temerrüt faizini aşan ve kusur sorumluluğuna dair ilkelere bağlı bir zarar türü olarak kabul edilir (Uygur, Turgut: 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu Şerhi, Cilt I, 2012, s. 810). Aşkın (munzam) zarar, borçlu temerrüde düşmeden borcunu ödemiş olsaydı, alacaklının mal varlığının kazanacağı durum ile temerrüt sonucunda ortaya çıkan ve oluşan durum arasındaki farktır.
21. Aşkın (munzam) zararın varlığı için gereken ilk koşul, bir para borcunda borçlunun temerrüdünün varlığıdır. Bu para borcunun kaynağının, aşkın (munzam) zararın talep edilebilirliği için herhangi bir önemi bulunmamaktadır. Bu anlamda TBK’nın 122. maddesi, kaynağı ne olursa olsun temerrüt faizi yürütülebilir nitelikte olmak koşuluyla bütün para borçlarında uygulanma olanağına sahiptir. Borcun dayanağı haksız fiil, sözleşme, sebepsiz zenginleşme, kanun yahut vekâletsiz iş görme olabilir. Öte yandan hemen belirtilmelidir ki; aşkın (munzam) zarar borcunun hukukî sebebi, asıl alacağın temerrüde uğraması ile oluşan hukuka aykırılıktır. Bu nedenle borçlunun aşkın (munzam) zararı tazmin yükümlülüğü, asıl borç ve temerrüt faizi yükümlülüğünden tamamen farklı, temerrüt ile oluşmaya başlayan asıl borcun, ifasına kadar geçen zaman içinde artarak devam eden, asıl borçtan tamamen bağımsız yeni bir borçtur.
22. Aşkın (munzam) zararın varlığı için gereken ikinci koşul; borçlunun temerrüdü nedeniyle temerrüt faiziyle karşılanamayan alacaklı zararının mevcudiyetidir. Ancak alacaklının zararının temerrüt faizinden az yahut temerrüt faizine eşit olması durumunda, zararın temerrüt faiziyle karşılanacak olması sebebiyle aşkın (munzam) zararın varlığından söz edilemez. Bu aşamada önemle belirtilmelidir ki; TBK’nın 122. maddesi kapsamına kanunî temerrüt faizinin yanında akdi temerrüt faizinin uygulandığı borç ilişkileri de dâhildir. Eş söyleyişle alacaklının, borçlu ile arasındaki hukukî ilişkiden doğan temerrüt faizinin akdi yahut yasal olması, aşkın (munzam) zararın talep edilebilirliğine engel teşkil etmez. Burada önem arz eden husus alacaklının temerrüt faiziyle karşılanamayan zararının mevcudiyetinin ispatıdır.
23. Aşkın (munzam) zararın varlığı için gereken üçüncü koşul; borçlunun temerrüde düşmede kusurlu olmasıdır. Zira aşkın (munzam) zarar sorumluluğu, temerrüt faizinden sorumluluktan farklı olarak kusur sorumluluğuna dayanmakta olup burada aranan kusur, borçlunun temerrüde düşmekteki kusurudur. Ancak aşkın (munzam) zarar iddiasının ileri sürüldüğü durumlarda sorumluluk için, diğer koşulların varlığı durumunda borçlunun temerrüde düşmedeki kusurunun varlığı asıldır. Başka bir anlatımla temerrüt sonrasında borçlunun temerrüde düşmedeki kusurunun alacaklı tarafından ispatı gerekmez. Aksine borçlu, temerrüde düşmede kusursuz olduğunu ispatlamadıkça ortaya çıkan aşkın (munzam) zarardan sorumludur.
24. Aşkın (munzam) zararın varlığı için gereken son koşul ise; borçlunun temerrüdü ile alacaklının aşkın (munzam) zararı arasındaki illiyet bağının mevcudiyetidir. Bu çerçevede alacaklı, borçlunun temerrüde düşmesi ile ileri sürdüğü aşkın (munzam) zarar olgusu arasındaki illiyet bağını ispatla yükümlüdür.’’
İlliyet bağının kurulması noktasında ispat yükü alacaklıdadır. Bir diğer anlatımla; temerrüt faizinden farklı olarak alacaklı, zararının, temerrüt faizi ile karşılanamadığını ispat ile yükümlüdür. İspat koşulları, somut ve soyut olarak iki başlık ile değerlendirilmekte, doktrinde bu ispat şekilleri açısından bir birlik bulunmamaktadır. Bu doğrultuda, Yargıtay, ispatı genel ve soyut ilkelere dayalı hususları -örneğin enflasyon koşulları, ülkenin para biriminin değer kaybetmesi gibi- halihazırda temerrüt faizinin koruma amacının zaten bu sebeple var olması gerekçesiyle yeterli görmemekte yalnızca somut sebeplere dayanılarak munzam zarar talebinin geçerli olabileceğini kabul edilmekteydi.
Bir diğer anlatımla, enflasyon sebebi ile para değerinin temerrüt faizi oranından fazla düştüğünü ileri sürmenin başlı başına munzam zarar olarak tazminata konu olup olmayacağı tartışmalı olup, yüksek enflasyonlu ülkemizde bunun tek başına aşkın zarara konu olacağına dair öğretide bir eğilim varsa da Yargıtay genellikle sadece faiz oranını aşan enflasyon oranını aşkın zarar kapsamına dahil etmeyip daha somut unsurlar aramaktadır. (Oğuzman-Öz, Borçlar Hukuku Cilt-1, Para Borçlarında Temerrüdün Sonuçları)
Dolayısıyla; enflasyonist ortam, döviz kurlarındaki dalgalanmalar ve paranın değerinin yargılama süresi boyunca değer kaybetmesi gibi soyut ve genel nitelikteki unsurların munzam zarar konulu davalarda ispat yöntemi olarak ileri sürülmesi, doktrinde tartışmalara yol açmakta; bu tür soyut ispat gerekçelerinin kabul edilmediği kararlar bulunmaktadır.
Temerrüt faizinin alacağın değerini korumada yetersiz kalması ve bu durumun hak kaybına sebebiyet verdiği ileri sürülerek Anayasa Mahkemesine 10.07.2024 tarihinde bireysel başvuru yapılmıştır. İlgili başvuruda başvurucu, para borcu kapsamında alacaklı olduğu, yaklaşık on yıllık süreçte döviz ve altın fiyatlarının önemli oranda yükseldiğini, uyuşmazlığın makul bir süreyi aşar şekilde çözümlenmesi sonucunda borcun geç ödenmesi nedeniyle temerrüt faizini aşan zararının bulunduğu, benzer davalarda uygulanan ispat kriterlerinin uygulanmadığını ve katı bir yöntem benimsendiğini devletin mülkiyetin korunmasına ilişkin yükümlülüğünü yerine getirmediğini belirterek eşitlik ilkesi, adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
Bahse konu bireysel başvuru Anayasa Mahkemesi tarafından incelenerek Resmi Gazetede yayımlanmıştır. Ele alınan kararda Anayasa Mahkemesi, başvuruya ilişkin iddiaları değerlendirerek bireysel başvuru konusu olan munzam zararın ispatına yönelik önemli bir karar vermiştir. Bu kararda özetle, temerrüt faizinin günümüz ekonomik koşullarında alacaklıyı yeterince koruyamadığı; bu durumun Anayasa’nın 35. Maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı ile bağlantılı olan, Anayasanın 40. Maddesi kapsamındaki etkili başvuru hakkının ihlaline yol açtığı; dolayısıyla ortaya çıkan hukuki boşluğun giderilmesi amacıyla yeni bir hukuki çözüm geliştirilmesi hakkında sonuca varılmıştır.
Anayasa Mahkemesinin bu görüşünü içeren kararın ilgili kısımları ise şu şekildedir:
‘’62. Yukarıda yer verilen tablolardaki verilere göre 3095 sayılı Kanun'da belirlenen faiz oranlarının enflasyon oranlarının altında kaldığı, bu nedenle başvurucunun-borçlunun borcunu vadesinde ifa etme yükümlülüğünü yerine getirmemesinden kaynaklı olarak geç kavuştuğu- alacağının enflasyon karşısında değer kaybına uğradığı açıktır.
63. 3095 sayılı Kanun'daki düzenlemelerin alacağın enflasyon karşısında uğradığı değer kaybını önlemeye elverişli olmaması nedeniyle faizi aşan zararlar 818 sayılı mülga Kanun'un 105. ve 6098 sayılı Kanun'un 122. maddesi uyarınca munzam zarar davası yoluyla giderilmeye çalışılmıştır. 1980'li yıllardan bu zamana kadar bazı yargı kararlarında enflasyon olgusunun zararın ispatı için yeterli görülerek bu davaların kabul edildiği ancak bazı kararlarda ise munzam zarar talebinin enflasyon etkisi dışında somut bir zarara ilişkin olması gerektiği gerekçesiyle reddedildiği görülmektedir.
64. Anayasa Mahkemesi ANO İnşaat ve Ticaret Ltd. Şti. kararında alacağın enflasyon nedeniyle değer kaybına uğraması ve 3095 sayılı Kanun ile belirlenen faiz oranları ile bu zararın karşılanamaması durumunda faizi aşan zararın 818 sayılı mülga Kanun'un 105. ve 6098 sayılı Kanun'un 122. maddeleri kapsamında munzam zarar davası yoluyla talep edilebileceğini ifade etmiştir. Ayrıca Esen Mepa ve diğerleri (B. No:2019/28945, 18/1/2022) kararında özel hukuk kişileri arasındaki uyuşmazlıklara ilişkin alacağın değer kaybına uğradığına yönelik şikâyette, etkili bir giderim sağlama kapasitesi sunduğu değerlendirilen munzam zarar davası yoluna başvurulmaksızın Anayasa Mahkemesine başvuru yapılması nedeniyle başvurunun başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir. Fakat ANO İnşaat ve Ticaret Ltd. Şti. ile Esen Mepa ve diğerleri kararları sonrasında bu davanın ispatı açısından iki farklı görüşün sürdürüldüğü ve son olarak Hukuk Genel Kurulunun 29/3/2022 tarihli kararı ile munzam zararın aslında enflasyon olgusundan bağımsız ayrı ve somut bir zararın karşılanmasına ilişkin hukuk yolu olduğu ifade edilmiştir. Anılan Hukuk Genel Kurulu Kararı sonrasında 6. Hukuk Dairesi dışındaki hukuk dairelerinin bu görüşe uygun karar verdikleri anlaşılmıştır.
65. Dolayısıyla 818 sayılı mülga Kanun'un 105. ve 6098 sayılı Kanun'un 122. maddeleri kapsamında munzam zarar davasının alacakların enflasyon karşısında uğradığı değer kaybının tazmin edilmesini güvence altına almadığı ve bu yöndeki içtihadın etkili bir hukuk yolunun bulunduğu yönünde gelişme göstermediği görülmüştür. Bu nedenle alacağın enflasyon nedeniyle uğradığı değer kaybının tazmin edilmesi açısından 818 sayılı mülga Kanun'un 105. ve 6098 sayılı Kanun'un 122. maddeleri kapsamında munzam zarar davasının da teorik düzeyde başarı şansı sunma kapasitesinin bulunmadığı değerlendirilmiştir. Sonuç olarak hukuk sisteminde başvurucunun alacağının enflasyon karşısında uğradığı değer kaybının tazmin edilmesini sağlayacak etkili bir hukuk yolunun bulunmadığı kanaatine varılmıştır.
66. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkı ile bağlantılı olarak Anayasa'nın 40. maddesinde düzenlenen etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.’’
Kararın Hüküm kısmında : ‘’Anayasa'nın 40. maddesinde düzenlenen Etkili Başvuru Hakkının ihlal edildiğine oybirliğiyle, ihlalin yapısal sorundan kaynaklandığı anlaşıldığından pilot karar usulünün uygulanmasına Selahaddin Menteş, Muhterem İnce Ve Ömer Çınar'ın karşı oyu ve oyçokluğuyla, yapısal sorunun çözümü için keyfîyetin Türkiye Büyük Millet Meclisine bildirilmesine Selahaddin Menteş, Muhterem İnce Ve Ömer Çınar'ın karşı oyu ve oyçokluğuyla, kararın yayımlandığı tarihe kadar mülkiyet hakkının ihlali iddiasıyla yapılmış olan başvurular ile bu tarihten sonra kaydedilecek aynı konuda yapılan ve karardan sonra yapılacak başvuruların incelenmesinin kararın Resmî Gazete'de yayımlanmasından itibaren altı ay süreyle ertelenmesine Selahaddin Menteş, Muhterem İnce Ve Ömer Çınar'ın karşı oyu ve oyçokluğuyla, başvurucunun tazminat talebinin reddine oybirliğiyle’’ şeklinde karar verilmiştir.
Özetle Anayasa Mahkemesi munzam zararın ispat koşullarına değinmiş, hernekadar Yargıtay bu ispat koşullarının belirlenmesinde somut gerekçeleri ele alsa da, Anayasa Mahkemesi, enflasyon ve döviz kurlarındaki dalgalanmalar gibi ekonomik gerekçelerin de dikkate alınması gerektiğini, sonuç olarak hukuk sisteminde başvurucunun alacağının enflasyon karşısında uğradığı değer kaybının tazmin edilmesini sağlayacak etkili bir hukuk yolunun bulunmadığı kanaatine varmıştır.